Farklı Başlıklı Sorular
En son ne zaman adam akıllı kendini dinledin? Ne zaman sadece iç sesine kulak verdin, anı yaşadın veya geleceği hayal ettin? Bu ara hiç kendinle konuştun mu? Evet veya hayır... Ama gündelik yaşamın işte, bütün gün birileriyle konuştun durdun...
Öylesine konuşmak kolaydır. Konuşur durursun, bazen sen bile bilmezsinki ne konuştuğunu. Hele karşındaki gerçekten dinlemiyorsa bile seni, vay haline. Ama cevap vermek öyle değildir. Bir anda cevabı buldum sanırsın ama birkaç gün sonra bile olsa bir bakarsın aynı soruya daha derin bir cevap, bir anda aklına düşüverir. Nasıl olduğuna sen bile şaşırırsın. Sen soruya o an o kadar da odaklanmamış olsan bile, beynin sorunun asıl cevabını tekrar tekrar arayacaktır. Yani, bazı sorulara cevap vermek öylesine konuşmaktan çok çok farklıdır.
Soru ve soru sormak demişken... Aynı soruyu sormanın çeşitli dil kalıplarına göre farklı cevapları olabiliyor. Buna ek olarak verilen cevabın içindeki kelimelerin varlığı ve yokluğu, o cevaba karşı oluşan duyguyu da değiştirebilebiliyor. Bu da demek oluyor ki, her türlü iletişimimizde sadece sorularımızın ve cevaplarımızın içerdiği kelimeler bile kurduğumuz iletişimin seyrini etkileyebiliyor.
Kısacası, soru senin algına göre hangi içerik, tarz ve duyguyla geliyorsa, beynin duyduğu ve anlamlandırdığı şekilde cevaplar oluşturmaya başlıyor. Örneğin olumsuz ifadeyle sorulmuş soru olumsuz anlaşılmaya ve belkide alakasız cevaba götürebiliyor bizi. Bu da kişilerin motivasyonunu içten içe köreltebiliyor, hemde onlar bu durumun ciddiyetini bile farketmeden.
Sorular neden bu kadar önemli? Çünkü; soruların cevapları bilinmeyenleri ve farkındalıkları ortaya çıkarıyor. İşte çoğu zaman hepimizin ihtiyaç duyduğu, içimizde var olan ama keşfetmediğimiz potansiyelimizi, gücümüzü ortaya cevaplarımız çıkarıyor.
Hiç bir arkadaşınıza bir olayı anlatırken, kendi içinizde o olayla ilgili daha önce farketmediğiniz bir duygunuzun/düşüncenizin olduğunu farkettiniz mi? Oluyor. İşler böyle yürüyor. Hani anlattıkça rahatlıyoruz ya... Aslında evet anlattıkça rahatlıyoruz o bir gerçek ama bir yandan da bir olayı anlatırken, karşımızdaki kişinin bize söyledikleri ve sorduklarıyla olaya bakış açımızıda genişletebiliyoruz.
Örneğin; yöneticisi tarafından gönderilen bir e-maile fazlasıyla içerlemiş bir çalışanı ele alalım. Bu çalışan uzun zaman ve emek harcayarak hazırladığı raporunun yöneticisi tarafından beğenilmediğini e-mail ortamında görmüş olsun. Hem sinirlenmiş hem de üzülmüş ve bir sonraki güne yetiştirmesi gereken işleri yapamayacak kadar demotive halde. Konuyu iş arkadaşına açıyor. “Yöneticim beni anlamıyor, o kadar uğraştım nasıl beğenmez, bunu bana e-maille nasıl söyler vb ”. Evet arkadaşına içini dökerek belki biraz olsun rahatlayacaktır ama peki arkadaşı nasıl davranmalı? Hayatlarımızdaki kişiler bu tarz durumlarda bize nasıl davranıyor? “Yaa boşver yaaa bu adam hep böyle” gibi teselli mi ihtacı olan yoksa “Yöneticin raporun hangi alanında problem olduğunu düşünüyor? Evet, uzun zaman ve emek harcadın biliyorum bu nedenle üzüldün, sence neden bu tepkiyi göstermiş olabilir?” gibi onu anlayan ve farkındalığını arttırıp, hem şu an içinde bulunduğu durumu iyileştirmesine hem de sonraki hazırlayacağı raporları bu farkındalık ile hazırlamasına destek olan bir yaklaşım mı...
Yukarıdaki örnekteki yaklaşımla yöneticisinin çalışanı ile iletişim kurmasını beklerdik. Ama farzedelim bunu yapmadı-yapamadı. Bu tarz durumlarda ne yapacağız? Hayat her defasında bizim küsmelerimizi, üzüntülerimizi gidermeye ve zayıf anlarımızı görüp bizi ayağa kaldırmaya çalışmıyorki. Yaşadığımız herşey maalesef sadece tek taraflı ve bizim kontrolümüzde de ilerlemiyor. Mutlaka işin içine ikinci veya üçüncü kişiler girebiliyor. Biz bizim elimizde, bizim kontrolümüzde olan duyguları, düşünceleri ve davranışları nasıl yöneteceğiz? Konunun özüde bu aslında.